Bazen canın tarifsiz, anlatılmaz, paylaşılmaz derecede sıkılıyor. İçinde önce büyüyüp kaynayan, sonra kabına dar gelip taşmaya yüz tutan devasa iç sıkıntısını dizginlemek için türlü türlü yöntemler deniyorsun sen de. Ülke karışık; iki tür insana rastlıyorsun sokakları arşınlarken: Her şeyin baş aşağı gittiğine inanan karamsar ve endişeliler ve olağanüstü bir refah ve mutluluktan bahseden, cebini yeni yeni doldurmaya başlayan bir kesim. İkisinin ortası yok! İçin sıkılıyor doğal olarak. Güzel bir film seyretmek bir çözüm olabilir, diye düşünerek sinemaların kapısını aşındırıyorsun. Güzel bir sohbet, arkadaşlarla görüşmek, iyi bir futbol maçına gidip Fenerbahçe’yi desteklemek, kafandan geçenleri not defterine kargacık burgacık yazınla karalamak.
Ya da dillere destan bir yemek yiyerek iç sıkıntını tarihin derinliklerine güzelce gömmek.
İyi bir yemek yediğinde mutlaka yazmak istiyorsun. Yazdığın zaman bir sürü detay verip duygu durumuna dair betimlemelere girişiyorsun. En nihayetinde, yazdıklarını sosyal medyada paylaşıyorsun. Olumlu tepkiler alıyorsun bazen. Bunlar “Ne güzel yemişsin”den tut “Ne güzel yazmışssın”a kadar değişiyor. Olumsuz eleştiriler de gırla gidiyor. Hepsinin işaret ettiği nokta aynı “Memleket bu haldeyken, dertleri yazmak yerine, sen yediğin içtiğini yazıyorsun. Yazıklar olsun sana.” Senden sosyal medyada sürekli eleştirip toplumun yanlış giden yanlarına dair “post”lar yapmanı bekliyor arkadaş grubun. Oysa ki, dijital bir alanda çalışan sendeniz, sosyal medyadaki tüm bu cevval hareketlerin “körler sağırlar, birbirini ağırlar” mantığıyla, zaten çoğu aynı fikirde olan kişilerin kinlerini birbirlerinin yüzlerine vurdukları bir arena olduğunu gayet iyi biliyorsun. Sokaklarda “götünün kılıyık” diyerek dolaşan bir güruh olduğu sürece, Facebook ve Twitter çılgınlığı, büyüklerimizin deyişiyle “Grand Canyon’da bizon osuruğundan öteye geçemez. “Dolasıyla bırakın da, arada sırada birisi çıkıp, bu kadar karışık bir ülkede, arada sırada keyif aldığı bir şeylerin yazısını da yazıversin.” diye bağırmak istiyorsun zaman zaman.
Ama tarihin başında beri içinde tuttuğun ağırbaşlı ve çekingen adam, yine devreye girip seni susturuyor. Tepki çekmemek için sessiz sakin yaşıyorsun sen de. Bırakınız sinirlensinler, bırakınız köpürsünler, bırakınız sosyal medyada masturbatif postlarla içlerini rahatlatsınlar.
Oysa Flamingo diye bir yer var İstanbul’da. Seni bilenler bilir, iyi bir yemek yediğinde gözlerini kapatıp hayal kurarsın. Bu lokanta önüne getirdiği her tabakta seni düşler aleminin içinde dolaştırmış bir yer değil de nedir? Burada yediğinde o denli mutlu ve huzurlu hissettin ki kendini, aradan haftalar geçmiş olmasına karşın anca kendini etkisinden kurtarıp nispeten nesnel bir üslupla yazmayı deniyorsun. Ve yine de olmuyor. Zaman zaman seni eleştirdikleri “restoran yalakası” durumuna düşmek pahasına, olabilecek en objektif biçimde burayı yazmaya çabalıyorsun.
Mekan Ceylan Otel’in altında, Gezi Parkı’nın hemen yanında, girişi otelden bağımsız ve vale servisi mevcut. (Taksim’e ve Gezi Parkı’na nasıl gidileceğini tarif etmeni bekleyen varsa bu blogdan acilen çıkabilir.)
Dekorasyon eklektik ve verdiği mesaj hayli belirsiz, ama sıcak bir atmosferi var. Özellikle hava karardıktan sonra yakılan mumlar ve ustalıklı bir ışıklandırma ile hoş bir ortam çıkıveriyor karşınıza. Sen Eylül ayında hava sıcakken gittin, hem bahçe hem de iç mekan dolu gibiydi. Kışın içerde nasıl bir oturma düzeni ve akustik olacağı ayrıca araştırılması gereken bir mesele.
Garsonlar deneyimli, takipçi, bilgili, yönlendirici. Sana servis veren garson, senin bir garsondan beklediğin tüm özelliklere sahipti. Tam not aldı. Bunun tesadüf mü, yoksa çalışılarak gelinmiş bir nokta mı olduğunu sadece bir defa gittiğin için bilemiyorsun.
Müşteri kitlesi varlıklı, iyi yemekten hoşlanan insanlardan oluştuğu gibi, yer yer Kardashianesk masalar da göze çarpmıyor değil. Birbirilerine erkek arkadaşlarıyla olan dertlerini anlatan yirmili yaşlarda kızlardan oluşan iki masanın arasında yemeğini yediğin için böyle düşünmen normal. Kötü bir “Sex and the City” tiyatrosu oynanıyor yan masalarda. Babalarının yeterince parası olan tüm bu hatunların erkek arkadaşları ile problemlerini acilen çözmeleri için dua ediyorsun.
Yemekler ise tek kelimeyle…
O-L-A-Ğ-A-N-Ü-S-T-Ü !
Orkinos tartarla başlıyor şölen. Tadına doyamadığın, içinden çıkamadığın bir zevk girdabının içinde debeleniyorsun. Elin kolun bağlı. Bu yemeği yaratan mantık ve zihniyet önünde yerlere kadar eğilip şükretmek istiyorun. Tartarın yanındaki avokado ile uyumu ise seni derin şaşkınlıklara sürüklüyor.
Bir anda masada arzı endam eyleyen ahtapot carpaccio ise nefesleri kesecek cinsten bir başyapıt. Senin gibi hem carpaccio, hem de ahtapot aşığı olan bir adamın, bu iki harikulade kavramın aynı tabakta çiftleştiğini görmesi kadar güzel bir durum olabilir mi? Nutkun tutuluyor. Elden ayaktan kesiliyorsun. Ağzında kalan ve uzun süre etkisini sürdüren lezzetin hiç gitmemesini istiyorsun.
Ana yemeklerde dana bonfile ve ördek tadıyorsun. Her ikisi de insanı zıvanadan çıkarak kertede muhteşem, adeta ağızda raks eden lezzetlere sahipler. Bonfilenin nasıl marine edildiğini çok merak ediyorsun. Bu kadar yoğun bir patlama beklemediğin için bir süre bekleyip üzerinde düşünüyorsun. Ördek ise, daha önce yediğin gıcır gıcır ördek etleri gibi değil hiç. Yumuşak, saygılı, doyurucu, ne yaptığını bilen bir hali var. Tek kelimeyle enfes!
Sonra sıra tatlıya geliyor. Çilekli ekler indiriyorsun mideye. İnsana yaşadığını hissettiren bir keyif nesnesi bu. Kreması binlerce öykü anlatıyor adeta. O kadar mutlusun ki, bunu yazmak, herkesle paylaşmak ve dünyaya inat keyiften ölmek istiyorsun !
Tüm bunlara bir şişe Sarafin ve Kayra Vintage Öküzgözü eşlik ediyor doğal olarak.
Kendi kendine, buraya tekrar geleceğine dair söz veriyorsun.
Kendi kendine, bir defaki sefere, başlangıç olarak alabileceğin peynir ve şarküteri ürünlerinin tadına bakacağına, makarna ve risottoları deneyeceğine, bakır tavada deniz mahsüllerinden oluşan o harikulade yemeği mideye indireceğine söz veriyorsun.
Burası İstanbul. Burada kimse, hiçbir mekan, hiçbir fikir kalıcı değil ne yazık ki. İleride ne olur bilinmez, ama bu harika işletme uzun seneler varlığını sürüdürme potansiyeline sahip.
Yine de acilen ziyaretine gidilmeli, şöyle güzel bir ziyafet çekilmeli…
Flamingo Restaurant & Bar
Asker Ocağı Caddesi No:1
Taksim İstanbul
Tel: 0 212 232 68 68