Ben bu oteli seviyorum. Türk filmlerinin fonunda görmeye alıştığım, bana eski güzel günleri anımsatan bu anıtsal yapıyı her ziyaret edişimde, aklıma hep kavuşamayan sevgililer, mutlu (ama mutsuz olmaları an meselesi olan) aşıklar, bir zamanların talan edilip parçalanmamış görkemli İstanbul’u gelir.
Tabii hepsinden önemlisi, Boğaz başroldedir bu ziyaretlerimde. Ben Boğaz’a bu kadar hakim tek bir yapı gördüm İstanbul’da. O da Adile Sultan Sarayı‘dır. Konumu dolayısıyla, bu ikisi dışında neredeyse tüm açılardan Boğaz’a bakan pek başka bina bulamazsınız arasanız da.
Her neyse, konuyu saptırıp esas anlatmak istediğimden uzaklaşmayayım sevgili okurlar. The Grand Tarabya‘da Brunch günleri başladı. Ben de gidip tadına baktım. Pazar günleri 12.00-15.00 arası deneyimleyebileceğiniz bu brunch, bana kalırsa, bugüne kadar gördüklerim arasında en kapsamlısı.
Genelde her telden çalan menülere karşı olsam da, “brunch” dediğimiz konseptin özü farklı dünyaları ve öğünleri bir araya getirmek olduğundan, The Grand Tarabya’da brunch ziyaretinde bulunmak çok doğru bir seçim gibi geldi bana.
Burada bin bir türlü peynir ve şarküteri ürününü aynı anda tabağınızda görmeyi bir kenara bırakın, aynı zamanda döner, kebap, deniz tarağı gibi değişik alemlerin ve mutfakların ürünlerini de Prosecco’nuzu yudumlayarak deneyimleyebilirsiniz.
Bu deneyimin kişi başı maliyeti 150 TL olarak belirlenmiş. Pahalı olduğunu düşünebilirsiniz. Ama benim önerim, ziyaret ettiğini Pazar gününü sabah kahvaltısı ve akşam yemeği yemeden geçirmeniz yönünde. Çünkü tıka basa yiyeceksiniz burada. Üstelik Boğaz’ın ve Tarabya’nın o muhteşem manzarasına bakarak. Dolayısıyla üç öğün için verilmiş bir 150 TL olduğunu bir kenara yazın.
Afiyet şeker olsun!
http://www.thegrandtarabya.com/