Beklenmedik bir tadım kucakladı beni geçen gün. Hiç hesapta yoktu, ani ve “ad hoc”tu; tabir-i caizse, “çikletten çıkmıştı”.
Gelen daveti dinlerken aklım başka yerdeydi açıkçası. Hayatın saçma sapan koşuşturmaları, angaryaları, iş güç, hastalık derken dağılmıştım biraz. Davet cümlesinin içinde “Le Meridien… La Torre” gibi kelimelerin geçtiğini duyunca kendimi hemen toparlayıp biraz konsantre olmaya karar verdim.
Le Meridien‘e bir defa gitmiştim, lakin yemek için değil. Efsanevi bir manzaraya sahip BOAZ adlı barından sürekli bahsediyorlardı. Orayı da görmemiştim. Hemen toparlandım. Bazı fırsatlar her zaman önünüze gelmez, bazı davetler tesadüf değildir ve kendilerine icabet etmek elzemdir, diye düşünerek Mekanist‘in yaptığı bu çağrıya kulak verdim.
La Torre, kendini “Akdeniz lezzetlerini Türk mutfağıyla birleştiren” bir lokanta olarak konumluyor sevgili dostlar, fakat bu tadımda, mekanın yerleşik menüsüne değil, her Salı sundukları, Türk-Fransız mutfağını bir araya getiren “Paristanbul” deneyimine tanık olma fırsatını yakaladık.
Özünde, adından da rahatlıkla anlaşılabileceği gibi, her tabakta geleneksel bir Türk yemeği ile bir Fransız lezzetini kombinleyen bir yaklaşım olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. İlk başta mesafeli yaklaştığım bu çalışmanın, yemeklerin tadına baktıkça hiç de fena olmadığı, hatta bana kalırsa, hayli üst seviye bir menü oluşturdukları kanaatine vardım.
Son dönemde böyle “icat çıkarmaya” meraklı şeflerin sayısı süratle artıyor ve bana kalırsa hiç de fena olmuyor bu durum.
Önce ortamı anlatalım: Çok yüksekte değiliz, ama yine de güzel şehir ışıkları var arka planda. Mekanın iç aydınlatması ise loş ve zevkli. İnsan hem eklektik, hem de zarif duran bu atmosferin içinde kendini asla yorgun hissetmiyor. Oturduğumuz büyük masanın üzerindeki ışıklandırma ise, artık tesadüf müdür bilinmez, tam yemeklerin üzerine denk geliyor. Masalar dolu. Otel müşterileri olduklarını tahmin ettiğim pek çok milletten insan sohbet ederek yemeklerin tadına varıyorlar. Bütün bunlara hafif hafif çalan bir keman sesi de ilave olunca kendimi iyi hissediyorum. La Torre atmosfer olarak şık bir ambiyans yaratmış.
Tadımımıza “Head Chef” Erol Sarıdoğan da eşlik ediyor ve attığımız her adımda bizi bilgilendirerek tadımın daha keyifli geçmesini sağlıyor. Bazı dünyadan kopuk ve kendini gökyüzünde gören, “her şeyi bilen” şeflerin aksine çok mütevazi ve cana yakın bir insan.
Önce Salad Niçoise & Hamsi Turşusu indiriyoruz mideye.Bana kalırsa hoş bir lezzeti var.Hamsi turşusunun saldırgan tadı ile zeytin, patates, haşlanmış yumurta, Fransız fasülyesinin nispeten yumuşak lezzeti birbirleriyle sakin bir denge oyunu oynuyorlar adeta.
Ardından közlenmiş patlıcan, sucuk ve peynirli krep, kırmızı biber veloute ihtiva eden Crepe ve Sucuk süslüyor masayı. Bendenizin de, evdeki şahsi laboratuvarımda zaman zaman bu ikiliyi çaktırmadan öpüştürmüşlüğüm vardır. Krep ve sucuk, pek popüler bir kombinasyon olmasa da, aslında birbirlerine çok yakışırlar. Bu yemeğin tatlı “buluşu” ise krebin üzerindeki beşamel sos bana kalırsa, zira bu sosun içine de sucuk koymuş şef. İşte bu beklenmedik bir durum.
Sonraki durağımız steak tartar, acılı ezme, poşe edilmiş bıldırcın yumurtası, yoğurt, pancar turşusu ve çıtır ekmeklerden oluşan Steak Tartare & Acılı Ezme adlı çalışma. Bendeniz, oldum olası steak tartara bayılırım. Burada da, bıldırcın yumurtası ile birlikte ağzıma attığım tartarın enfes uyumu bana büyük hazlar yaşatıyor diyebilirim. Acılı ezme de kararında acısıyla “çok sırıtmayan” bir bölümü yemeğin. Fakat esas şaşırtıcı olan ve bu tabaktan aklımda kalan sanınım ezme pancar turşusu. Ağzımda güller açtıran bu hoş sürpriz için şefe teşekkür etmeyi borç biliyorum.
Derken sıra, Bouillabaisse soslu levrek, kabak çiçeği dolması, bebek havuç, sote edilmiş deniz börülcesi ve taze nane köpüğünden meydana gelen Bouillabaisse & Dolma‘ya geliyor. Bendeniz Bouillabaisse denilen yemeğin hiçbir zaman büyük bir destekleyicisi olmadım. Ne Marsilya’da menbaında tadına bakarken, ne de sözgelimi Berlin’de KaDeWe’nin üstündeki gurme katında mideye indirirken. Açıkçası sevemedim. Yine de, bu tabaktaki kabak çiçeği dolmasının çok lezzetli olduğunu söylemeden edemeyeceğim.
Et de eksik olmuyor masamızdan. Bourguignon, pastırmalı ve keçi peynirli mantı, kök sebzelerden oluşan çok lezzetli bir yemek geliyor önüme. Etin uzun sürede pişerek masaya konduğunu anlamak için işin uzmanı omaya gerek yok. Lakin bir “icat” daha var bu tabakta! İçindeki keçi peyniri (hastasıyım) ve pastırma ile, hayatımda yediğim en güzel mantılardan birisi olmaya namzet bu önemli keşfi anlatmak çok güç. Bana kalırsa, sadece bu pastırmalı mantıdan yapan bir dükkan açarak bundan zengin olmak mümkün. Tadı padişahlara layık.
Finalde sıcak çikolatalı kek, rakı sorbesi, beyaz peynir, kavun espumalı Fondant au Chocolat ve cevizli balkabaklı tart, kaymaklı dondurma, tahin pekmez sos ile hazırlanmış Tarte Tatin & Cevizli Balbakağı Tatlısı adlı iki kombinasyonu yiyoruz. Bana kalırsa çikolatalı kek standart, cevizli balkabaklı tart gayet lezzetli, ama hepsinden önemlisi Rakı Sorbet enfes! Bundan yirmi sene önce aynı cümlede yer almaları ciddi bir “oksimoron” teşkil edecek olacak Rakı ve Sorbet ile burada müthiş bir sonuç yaratılmış. Yine şefi tebrik etmekten başka yapacak bir şey kalmıyor bana.
Netice ise bana kalırsa çok net: Memlekette ne kadar “icat çıkaran” şef olursa, o kadar güzel işler yapılıyor. Bu menüyü her Salı 155 TL karşılığında Le Meridien’in La Torre adlı lokantasında tadabilirsiniz.
Bol yemekli günler!