Yoga Türkiye’de Ordu Cimnastiğinden Hallice Bir Şeydir…

36 Shares
36
0
0

Anasını satayım…

Adı “Lokantalarım” olan bir blogu varsa, insan oraya yemek, lokanta, yeme-içme sektörü eleştirileri yazmalı, sonra önüne bakıp yoluna devam etmeli.

Ama olmuyor, olamıyor.

Hayatta düşüncelerimi insanlara ulaştırabildiğim tek mecra bu olduğu için, ne yazık ki, blogun adıyla alakasız yazılar da yazıyorum.

Hayat beni buna mecbur ediyor.

Bu ülke beni buna mecbur ediyor, demeliyim belki de.

Asla bir “lifestyle blogger” olduğumu düşünmeyin. Değilim.

Kaideyi bozmayan bir istisna ile burun buruna geldiğinizi düşünün, o kadarı yeterli.

Konuya gelelim:

Efendim, bendeniz, bu hantal bedenime, 100 kilo olmama ve esneklikten zerre kadar nasibini almamış bir kimse olmama rağmen, cüretin bini bir para diyerek “yoga” denen illetle ilgili malumat almak istedim bir süre önce.

Evet bu aralar Türkiye, Ayşe Arman’ın fişteklemesi ve Ertuğrul Özkök’ün desteklemesi ile göğüs kılları kadayıf olmuş 95’lik Yogi Kazım’ın harika omurgası sayesinde çüküne nasıl su gittiğini tartışadururken, ben de bu ideal konuya parmak atayım dedim.

Zamanlama manidar olabilir. Olsun…

Birkaç ay once okuduğum bazı makalelerin neticesinde –benim gibi ayıların da yoga yapabileceğini anlatıyordu bunlar- ilk denememi yaptım. Çok tanınmış bir yoga merkezinde, sadece yoga hocalığı değil, yoga hocalarının hocalığını yapan müstesna bir kişi ile temasa geçtim. Bir iki mail, azıcık soru işareti kakaladıktan sonra kendisine, bir şekilde dikkatine mazhar olabildim.

Kendisi ile görüşebilmek için birkaç hafta uğraştıktan sonra, bu harika kişi, belli ki yoga haftada sekiz gün yaptığı bir işti, beni üç hafta sonrasında bir cuma akşamı saat 17.00’da Maslak’taki yerine 15 dakikalığına davet etti.

Karışık duygular içindeydim, kendimi Yeni Lokanta, ya da Can Oba’dan randevu almaya çalışır gibi buldum. İçimden, “What if I give you the finger, and you give me my phone call?” diye sessizce haykırdım.

Ama gerçek hayatta kibarca kendisine teşekkür ettikten sonra, başka bir yerden bilgi alabileceğimi söyleyerek yoluma devam ettim. O da kibarca “Siz bilirsiniz” dedi. (Çok haklıydı, ben biliyordum.)

Bir zamanlar “Niye doktora gideyim, internette tüm bilgiler var, “diyen bir sevgili dostum gibi hareket edebilir, “Google it bitch!” nidaları arasında kendimi bilgi kuyusuna atabilirdim. Ama heyhat! Ben yüzyüze iletişimin gerçekten çok yararlı olduğuna inanan eski kafalı bir kimseyim. O bakımdan ısrarlı yürüyüşüme devam ettim.

Bu kez hayli genç, sadece yoga meselesi konusunda kafayı kırmamış, aynı zamanda blogger olan ve bana kalırsa işini çok çok iyi yapan bir “bayan” ile iletişime geçtim. Ana temam “yoga” değildi iletişimde. Yogilerden bir miktar çekinir olmuştum. Yaptığı işi takdir ettiğimi ve görüşmek istediğimi belirttim. Tuhaf bir şekilde kabul etti. Buna ben de şaşırdım. Ama aşağı yukarı üç ay boyunca”bugün git yarın gel” muhabbeti ile beni yıprattıktan sonra. “Ya kusura bakma ama, CEO’dan randevu almaya çalışan sefil bir çalışan gibi görüşmeye uğraşıyorum” dediğimde. “Aaa ben hiç öyle düşünmemiştim. Estağfurullah” diye yanıtladı. Ben de “estağfurullahların bol olsun bacım!” diyerek ikiledim.

Bunları çok ciddiye alıp bir yazı yazmayı hiç düşünmemiştim. Taa ki son kısa denememi yapana kadar. Televizyonda da program yaptığı anlaşılan bir yoga instructor’u ile Facebook’tan arkadaş olduktan kısa bir süre sonra kendisine bir mesaj yazdım. Yazışmamızda bir yerde ders verip vermediğini sordum özetle. Cevap “Evet, tabii ki” oldu. Nerede ders verdiğinin ciddi bir sır olarak kalmasını istediği belliydi. İkinci sorumda, konuyla ilgilendiğimi ama nereden başlayacağımı bilemediğimi söyledim. Cevaben aynen şunu yazdı:

“Ogrenci hazır olunca hoca karsına cıkar denir yoga da.. Siz bi yerden başlayın nasılsa sizin için dogru olan gelecektir…”

Her konuda geri kalmış bir ülke olsak da “Bisiktirol” deme konusunda ziyadesiyle yaratıcı bir milletiz. Bunu bir kere daha görmemi sağlayan bu müstesna şahsa ayrıca teşekkürü borç bilirim. Bir şekilde yoga ayaklarıyla kendisine “değdirmek” falan istediğimi düşündüğünü tahmin ediyorum. Facebook’ta sergilediği “persona”sına istinaden kendisine “sizli bizli” hitap etmediğime, sen diyerek samimi davranmama bozulmuş da olabilir, bilemiyorum.

Bu ülkenin en büyük sorunlarından birisi, hangi eğitim seviyesinden olursa olsun, burada kimseye insan gibi yaklaşıp bir sey sormaya gelmemesi. Herkes dünyanın en tepesinde. (Ve çok zeki amk).

Birbirleriyle ilişkileri zayıf olduğu iddia edilen soğuk “gavurlarda” ise nedense bunun tam tersi…

İster istemez, şimdi, yoga denen illetin Türkiye’de ordu cimnastiğinden hallice bir şey olduğunu, bedene iyi gelen, ama “Türk” ruhuna zerre kadar fayda etmeyen bir faaliyete benzediğini düşünüyorum.

O yüzden sevgili dostlar alın yoganızı… Ve gidin kendinizi çok sevdirmeden…

Bu saatten sonra sadece Ayı Yogi’yi tanırım.

 

 

 

36 Shares
Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

You May Also Like