Geçen gün yolum, son dönemde İstanbul’un en popüler otellerinden birisi kabul edilen Raffles‘a düştü. Otelin davetlisi bir grup blogger ile Arola‘da tadıma katılıp hem yemeklerin, hem de insanı uçuran kokteyllerin lezzetini değerlendirme fırsatını buldum.
Öncelikle şunu belirtelim: Raffles içinde iki lokanta mevcut. Bunlardan birisi Türk mutfağının lezzetlerinin yeni bir dokunuşla yeniden yorumlandığı ve sunulduğu Rocca, diğeri ise Michelin yıldızlı şef Sergi Arola‘ya ait olan Arola…
Benim betimleyeceğim deneyim Arola ile ilgili olacak bu yazımda. Ama ondan önce, otelin popüler mekanı Long Bar‘da içtiğimiz kokteyllerden bahsedelim biraz. Burada ünü tüm dünyaya yayılan Singapore Sling kokteylini denedik en başta. Ayrıca White Sangria, Tabouleh Martini, Çaydanlık, Red Sangria gibi kokteyller de dolaştı elden ele.
Bunların içinde, benim açımdan Tabouleh Martini bir adım öne çıktı. İçindekileri saymak gerekirse, maydanoz ve salatalık suyu, bal nektarı, taze limon ve ananas suyu ve Hendricks (gin) gibi güzelliklerin karışımından oluşuyor bu çalışma. Hem alkolün varlığını hissetiğiniz, hem de bir yandan detoks yapıyormuş duygusunu yaşadığınız, tuhaf ve beklenmedik bir “tazelik” içinde soluksuzca içtiğiniz bu kokteyl benim uzun seneler favorim olmaya aday.
Görüştüğümüzde Long Bar yetkilileri felsefelerini şöyle açıkladılar: “İstanbul şu anda birbirine benzeyen barlar ve kokteyllerle dolu. Herkes bunları üretebilir ve servis edebilir. Ayakta kalmak ve ön plana çıkmak için her kokteyli tamamen kendi reçetelerimizle üretiyoruz. Bu yüzden hepsi özgün çalışmalar” Takdire şayan bir tavır bence bu! Kokteyller de “olmuş”!
Ayrıca Raffles’ın gurur duyduğu Writers Bar‘ı da gezme fırsatını bulduk bu tadım gecesinde. Bana kalırsa son kertede sofistike ve huzurlu bir ortama sahip olan bu barda tüm dünyadan en rafine içki ve en kaliteli şarap seçenekleri ile özel atıştırmalık lezzetler sunuluyordu. Hafif loş ve sarımsı atmosferine bayıldım. Oturup hem yazasım, hem okuyasım, hem de fonda hafif hafif akan müziğe kendimi bırakasım geldi.
Şimdi gelelim Arola‘ya… Kendi web sitelerinde bu mekanı şöyle niteliyorlar: “Mutfak, Sergi‘nin tapas tarzındaki yaratıcı tabaklardan oluşan felsefesine dayanan, modern ile gelenek arasında dengeyi kurmaktadır.”
Açık konuşmalıyım; son dönemde modern-geleneksel, geçmiş-gelecek, lokal-global arası bağlar kurma iddiasında olan, füzyon mutfağının ürünlerini küçük porsiyonlarla tatmamızı sağlayan o kadar çok mekan gezdim ki, bir lokanta kendini bu şekilde anlattığında biraz ürküyorum. Bazen içimden, “Yine mi kuş yemi ebadında yemekler? Yine mi tatlı-tuzlu-ekşi birbirine karışmış tabaklar?” diye geçiriyorum.
Arola‘da nasıl oldu peki? Yine o kötü huyumu devreye sokarak, yazım biterken vurgulamam gerekeni en baştan söyleleyim: Bu kadar mekanda tadım yapıyorum, gerçekten hayatımda böylesi küçük porsiyonlar kullanıp ağzımda lezzet ifilaklarına yol açan bir deneyim daha önce yaşamadım. Çok lezzetli yemekler yedim birçok yerde, evet, ama demek istediğim, küçücük bir lokmanın insanın ağzında devasa bir yemeğe dönüşmesi, bugüne dek biriktirdiğim hatıralarım arasında pek yer almıyor sevgili dostlar. Arola‘da “çarşıdan aldım bir tane, eve geldim bin tane” durumu var tam olarak. Bu lokantaya dair benim kafamda yer eden ana fikir de bu işte. “Sıkıştırılmış Lezzet” kavramı.
Açılışı mini mini bir Deniz Ürünleri Kokteyli ve Patates Çorbası ile yaptık Arola’da. Deniz Ürünleri kokteylinin içinde yengeç, haşlanmış yumurta ve domates köpüğü vardı. Patates çorbasının üzerinde ise soya köpüğü. Patates çorbası damağımda pek yer etmedi açıkçası, ama yengecin dolu dolu lezzetini çok net hatırlıyorum.
Ardından Veggie Mix adını verdikleri çiçek bahçesini andıran bir yemek “süsledi” masayı. Sebze devreye girdiği zaman yüzünü ekşiten kişiler familyasından olan bendeniz, sadece görüntüsüne bile hayranlık duyarak bol bol fotoğrafını çektim bu arkadaşın. İçinde minik havuçlar, yeşil kuşkonmazlar, bebek pırasalar, siyah zeytin ve badem filizleri fink atan, altında ise muazzam bir romesco sos bulunan bu tabak lezzet anlamında da beni benden aldı. Minik havuçlardan birini sosa banıp ağzıma attığımda hissetiklerimi burada anlatmam çok güç. İyisi mi, görüntüsüne bakıp siz karar verin:
Sonra incecik Marine Edilmiş Dana Eti servis edildi. Carpaccio diyebileceğimiz şablonda bir yemekti. Üzerinde fıstık, yeşil elma parçaları ve rendelenmiş koyun eti vardı. Etin inceliğine ve marinadına bayıldım, lakin elmanın varlığı çok hoşuma gitmedi. İncecik rendelenmiş peynir de kuvvetli ve hoş bir eşlikçiydi.
Ardından mezgitli ve sarmısaklı Kırmızı Biber Dolması “Cod Fish Brandada” geldi. Enfes bir tadı vardı bu ufaklığın. Kırmızın biberin sarmısakla birleşimi o kadar hoş olmuştu ki, insan yediği şeyin közlenmiş biber olduğunu anlayamıyordu. Mezgit ise içinde bulunduğu ortamdan gayet hoşnuttu bana kalırsa.
Sıra benim “sıkıştırılmış lezzet” dediğim kavramın en bariz örneklerini gözler önüne seren iki ufaklığa gelmişti. Bunlardan birincisi: Bravas “Arola” idi. Aiola sos ve chilli ile pişirilmiş patateslerden oluşan bu muhteşem yemek ağzımda öyle bir patlamaya yol açtı ki kendimden geçtim. İkincisi ise Andalusia usulü kızartılmış mürekkep ekmeğinde kalamar sandviçti. Bocata de Calamares… Bu sempatik sandviçin tadı damağımı uzun süre terk etmedi açıkçası.
Bir diğer yemeğimiz de Akdeniz dressingi ile ve közlenmiş ızgara sebzelerle servis edilen Kaz Ciğeriydi. Kaz ciğeri fanatiği olan benim gibi insanların damaklarına bayram ettirecek türden bir çalışmaydı bu.
Ana yemek kategorisinde Arola Lamburger getirdiklerinde tadını gerçekten çok merak ettim. Yanında pont neuf usülü patatesler ve ev yapımı ketchup ile servis edilen bu çalışmada kuzu eti yahnisi ve naneli ekmeğin inanılmaz bir dengesi vardı. Naneli ekmeğe bayıldım özellikle. Et ise yumuşacık ve alışılmadık lezzetteydi.
Finali ise Moleküler Meyve Salatası ve Vanilya Bombaları ile gerçekleştirdik. Son dönemlerin hoşa giden OSMOSİS şovu ile masamızda yerini alan meyve salatasının tadından çok ritüeli hoşuma gitti. Vanilya bombaları ise ağzımda infilak ederek benim kendimden geçirdi diyebilirim.
Neticede, burada yediğim her yemekte büyük bir şefin dokunuşları ile ortaya çıkmış başyapıtların tadına baktığımı hissettim. Böyle bir lokantanın ülkemizde olması büyük bir şans bana kalırsa.
Ucuz mu? Değil… Ama ödediğiniz paranın (tadım menüsü 175-195 TL arası) tam olarak karşılığını alabildiğiniz nadir yerlerden birisi Arola!
Mutlaka gidin…