Bazen hafızaları tazelemek iyidir. Bazen, zaten belleği balıktan farksız bir ülkenin insanlarına yersiz gibi görünen sıkıntılı hatırlatmalar yapmak bir gerekliliktir.
Tıpkı benim “yemek” değil, “mekan” yazıları yazdığımı bozuk plak gibi tekrarlamam gibi. Evet, bendeniz, salt bu sebepten “LOKANTALARIM” ismini koyduğum blogumda, adı üstünde lokantaları değerlendiriyorum.
Servis kalitesi, dekorasyon, coğrafi konum, yemeklerin lezzetleri gibi farklı konuları aynı yazıda kısaca vermeye çalışırken, nadiren de olsa, eğer bir adaletsizlik görürsem fiyat politikalarından bahsediyor, konuyu şahsi görüşümle kapatıyorum.
Belki de artık, mekanları değerlendirirken, onların “PR yetenekleri“nden de bahsetmeliyim diye bir düşünce aldı beni yakın zamanda. Mekanların aynı anda, bir sürü dergide, blogda, sosyal medyanın web ve mobil ayaklarında patlarcasına kendilerini gösterdikleri dönemler olduğunu son bir senede çok yakından gördüm. Bu faaliyetlerin sonuç verdiği de bir gerçek ve ben de bunun bir parçasıyım açık konuşmak gerekirse.
Son ziyaret ettiğim Lokanta Armut da, bana kalırsa PR konusunda tam not alması gereken bir mekan. Zira bir süredir ” buraya gitmem gerekiyor” gibi şiddetli bir hisle boğuşmama sebep olacak kadar ciddi ağırlık hissettirdi bana. Gitmeyen kalmadı, bir tek bendeniz sona kaldım galiba. Yazan yazdı, çizen çizdi, mekan alışılmadık konumuna karşın ilgi odağı haline geldi. Böyle bir çekim merkezine gitmemek, burada yememek, yediklerimi yazmamak olmazdı! Kısmen şefinin (sahibinin) sevimli popülerliği ve harika network’u, kısmen de başka sebeplerden internet aleminde olumlu içeriklerle süratle yükselen Lokanta Armut’a nihayet gidişimin öyküsü aşağıdaki gibidir:
Mekanın konumu, adından da anlaşılacağı üzere Armutlu’da. Senelerce önce Ahmet Altan ve zamanın harika belediye başkanı arasında “Armutlu”ya girmek üzerine yapılan “düzeyli” muhabbetlerden beri bölge bir hayli değişmiş, nispeten yaşanır hale gelmiş ve mekanların ilgi odağı olmaya başlamış. Yine de Lokanta Armut’un penceresinden bakıp uzaktaki gökdelenleri ve gökdelenlerle aramızda kalan yeşil alanı gördüğümde, Maymunlar Cehennemi filminde daldan dala atlayarak San Francisco‘ya yaklaşan maymunlardan birisi gibi hissettim kendimi. Yolumun hiç düşmediği bir yere beni getirip, az sonra daldan dala sarkarak kente sökün edeceğim duygusuyla yememi sağlamak ciddi bir halkla ilişkiler başarısı değildir de nedir sevgili doslarım?
Her neyse, kapıda beni karşılayan ve oturacağım yeri gösteren kişi (artık mekanın ortağı mı, işletmecisi mi, başka bir şeyi mi, bilemiyorum) başlıbaşına bir paragrafı hak ediyor bu arada. Bu zat beni öyle bir karşıladı ki, kendisinden çekinerek, “Çok özür dilerim, gerçekten çok çok üzgünüm, ama buraya yemek yemeğe geldim ben” diyesim geldi. Yüzündeki sert ifade, beden dili ve yaklaşımı ya beni hiç sevmediğini (bu mümkün değil, çünkü hiç tanışmadık), ya da çok ciddi bir hemoroid veya ülser hastası olduğunu (çok geçmişler olsun!) gösteriyordu. Yer ayırtmış bir kişinin biraz daha saygı ve güleryüz hak ettiğini düşünen eski kafalı birisiyim ben. Belki çok şey istiyorum, ama belki yeni lokantacılık böyle bir şey. Adamcağızdan çok korkarak ve ciddi şekilde çekinerek bir talebim de oldu bu arada. Utana sıkıla, mekana giren ve masaya vuran inanılmaz güneş ışığından ötürü başka bir masaya oturmak istedim. Gösterdiğim masanın rezerve olduğunu belirtti “büyük engizitör”, lakin gece boyu o masa boş kalınca bir miktar sinirlenmiş olabilirim. Ama öfkemi içime attım, zira adam çok tehlikeli görünüyordu.
Ama kimsenin hakkını yemeyelim Lokanta Armut’ta servis son derece hızlı, kaliteli ve proaktif. Yani karşılama merasimine duyduğum hoşnutsuzluk ile garsonlara beslediğim hisler paralel değil. Hizmet kalitesini çok iyi buldum ve ziyadesiyle memnun kaldım.
Lokanta Armut küçücük bir lokanta; bu durum çok hoşuma gitti. Daha önceki yazılarımı okuyanlar küçük ve samimi yerleri sevdiğimi gayet iyi bilirler. Bu kategorinin en başına oturacak bir mekana gittiğim için çok mutlu oldum diyebilirim.
Lokasyon hastası bir kişiyseniz, Lokanta Armut size göre değil. Bulunduğu mahalle sevimsiz bir yer, Fatih Sultan Mehmet Mahallesi’nin kendini kimseye beğendirme çabasında olmadığını gayet iyi bildiğimden bunu gönül rahatlığıyla yazabiliyorum. Benim çok umrumda olan bir mesele değil coğrafi konum, dolayısıyla iyi bir yemekle her yerde mutlu olabilirim. Ama “Balık Boğaz’da yenir!” gibisinden sabitfikirli sloganların adamıysanız, Lokanta Armut sizin için ideal lokanta değil bence.
Yemekler… Menü “az ve öz” yapısıyla çok hoşuma gitti. Ansiklopedik menülerden gına geldiği bir dönemde karşıma çıkan bu sadeliğe çöldeki vaha misali sarılıverdim. Tek sayfa, o sayfanın da tek yüzü… Giriş, gelişme, sonuç. Tak! Tak! Tak! Tek kelimeyle bayıldım ve mekanın sahiplerini tebrik edesim geldi. Şarap menüsü zengin, onu da tebrik etmek lazım.
Girişlerden Kavanozda Somon, Ördek Ciğeri Pate, Levrek Ceviche şenlendirdi masayı. Şimdi bu ufaklıkları mercek altına alalım yavaş yavaş:
Soğan reçeli ile harmanlanmış Ördek Ciğeri Pate tek kelimeyle muhteşemdi. Güzelim ekmek dilimlerine süre süre, tansiyonumu tarumar edeceğini bile bile, ağzımda o tatlı soğanla güreştire güreştire yedim. Belim ağrımasına karşın ayakta alkışlıyorum avuçlarım patlayana dek!
Kavanozda Somon bir hayli değişik bir denemeydi. Yanlış anımsamıyorsam kavanozun içinde zeytin, büyük bir portakal dilimi, sarmısak, domates gibi eşlikçilerle ve zeytinyağı ile sunulan ılık somon balığı yedik. Ağzımda pamuk gibi dağılan balığın zerafetine hayran kaldım. Buluş da güzel, lezzet de öyle.
Ceviche sevenler ve koruyanlar derneğinin azimli bir üyesi olan bendeniz, Lokanta Armut‘un sunduğu avokado püresi yatağında gelen Ceviche’yi bir miktar izafiyet teorisine mahkum ettim. Geçenlerde gittiğim Madrid’te beni götürdükleri Peru lokantasında yediğimden sonra, memlekette sunulanları bir türlü beğenemez oldum. En fazla idare eder diyebilirim.
Ana yemek faslında Mercan Balığı ve ağır ateşte pişmiş Dana Kaburga deneyimleme fırsatım oldu.
Patates ve fasülye yatağında servis edilen Mercan‘ı gerçekten beğendim. Almanların “klein aber fein” diye nitelendirdiği türden, yoğun lezzetler sunan bir çalışmaydı.
Dana Kaburga ise tam da beklendiği üzere ağır ateşte pişmiş, yumuşacık, çatalı değdirince dağılan bir yemekti. Altında semizotu (olduğunu düşündüğüm bir tat) bulunmasından ötürü biraz keyfim kaçtı diyebilirim ama olsun.
Her iki ana yemek de güzeldi. Ama bir Van Persie değildi. Olsa olsa Fernandao gibiydi diyebilirim. Bana kalırsa esas yıldız Pateydi Lokanta Armut ‘ta.
Bunların yanında lüplettiğim ev yapımı Zencefilli Gazoz da muhteşem ötesiydi. Gerçekten beni benden aldı, uçurdu ve bu yaz sıcağında serin serin dinlendirdi. BAYILDIM!
Tatlı faslında Panna Cotta (limonlu) ve dondurma vardı. Dondurmanın lavantalı, isli çaylı, cabernet’li, karabiberli versiyonları olduğunu belirtmeden edemeyeceğim. Panna Cotta gerçekten çok lezzetliydi, gözüm kapalı tavsiye ederim.
Gelelim sözün sonuna. Bir mekanı daha elimden geldiğince anlatmaya çalıştım. Yemekleri güzel, menüsü düzgün, hala gitmediyseniz uğramanızı tavsiye edebileceğim bir işletme Lokanta Armut. Gidin ve yazılan çizilenlerle kendi düşünceleriniz arasında bir fark olup olmadığına bakın.
Afiyet olsun!
Lokanta Armut
Atatürk Caddesi No:6/B Etiler/
Küçükarmutlu İstanbul