Sevgili dostlar, güzel yeme-içmeyi seven herkesin gitmesi gereken bir yeri önereceğim bugün sizlere: St. Regis Oteli’nin girişinde yer alan St. Regis Brasserie .
Son dönemlerde yine aynı otelin içinde yer alan, efsanevi şef Puck‘un mekanı Spago ziyadesiyle konuşuldu, yazıldı, çizildi, ön plana çıktı; lakin St. Regis Brasserie, bana kalırsa hak ettiği kadar çok irdelenmedi. Bendeniz de, eksiklik gibi gördüğüm bu durumun üzerine bir miktar giderek sizlere faydalı olduğunu düşündüğüm bazı bilgiler vereceğim.
Öncelikle, otellerin kendi işlettikleri lokantaların genelde sahip oldukları kötü ünün hepimiz farkındayız, değil mi? Otellerin kiracısı rolündeki işletmeler her daim ilgiliyi üzerlerine çeker ve müşterilerinde memnuniyet yaratırken, otellerin kendi restoranları bir üvey çocuk muamelesine maruz kalırlar. Pek çok lüks otelin kendi lokantaları, sanki mecburiyetten açılmış havası ile karşımıza çıkar. Hızla açık büfe kahvaltı ederek kaçmak istediğimiz bir yerdir bu tarz lokantalar. Çoğumuzun nezdinde işlevleri sadece oda+kahvaltının bir yarısını sunmaktır.
St. Regis Brasserie, bunun aksini kanıtlarcasına karşımıza dikiliyor oysa ki. Beni içeri adımı attığım andan, kahvemi içip kalktığım saniyeye kadar son derece memnun eden bu lokantada yediklerimi sizlerle paylaşmak istiyorum:
Yemeğin girizgahında mideye indirdiğim pirinç patlakları, pastırma, kırmızı erik ve bahçe yeşillikleri ile servis edilen Porcini Mantarı Espumas bence harika bir seçim. Yeri gelmişken belirteyim: Espuma, moleküler gastronomide köpük formunda soslara verilen isim. Porcini mantarı ile yarattıkları bu büyü, pastırmanın baskın tadının arkasında harika bir taşıcıvı işlevi görmüş bana kalırsa. Hem göze, hem de damağa hitap eden bir yemek olmuş bu.
Ardından şölenimizi sarmısak flan, tütsülenmiş patates cipsi, misket limon sabayon ile servis edilen Langoustine ile taçlandırdık St. Regis Brasserie’de. Norveç istakozu diyebileceğimiz bu harika yaratığın tadı dışında, kendisini bandırdığım misket limon sabayon da efsaneydi. (Sabayon: Tatlı soslar dendiğinde şüphesiz ilk akla gelen soslardan biri bence bu. Yumurta sarısı, şeker ve aromalı sıvıların ideal sıcaklıkta benmari usulü çırpılıp kabartılmasıyla elde ediliyor.) Ayrıca tütsülenmiş patates cipsinin de o harika füme lezzetiyle, bira yanında muazzam bir eşlikçi olacağını düşünüyorum.
Ana yemek faslında ise mayalı soğan püresi, poşe soğan, bıldırcın yumurtası ile servis edilen Portakal ile Lezzetlendirilmiş Kuzu Fileto çıktı karşıma. Genelde portakallı “et”lere mesafeli de yaklaşan bir adam da olsam, bu çalışmanın tadını çok beğendim. Ağzımda dağılan bu harika ete şapka çıkartarak, keyfine vara vara yedim.
Finali ise lavanta kırıntıları, yoğurt sorbe ve ahududu kompostosu ile hazırlanan Rocher Çikolata Mus & Balsamik Bar ile yaptım. Göze hitap eden yanı çok kuvvetli olan bu tatlı, damakta çok kuvvetli geldi bana. Galiba yaşla birlikte tatlılarda bir miktar daha hafifliğe doğru yöneliyorum. Yine de, çikolata kısmını bir kenara bırakırsak, yoğurt sorbe ve ahududu kompostosu tam benlikti.
Sonuçta, şık bir lokantada, seçkin, üzerinde düşünülmüş, insanı mutlu eden bir yemek deneyimi yaşamak istiyorsanız, bana kalırsa St. Regis Brasserie, biçilmiş kaftan sevgili dostlar. Bütün bu güzelliklerin Executive Chef Gürcan Gülmez ‘in elinden çıktığını da ayıca vurgulayalım.